Pazar Girişi: Neden Türkiye’ye Yatırım Stratejik Avantaj Sağlar?

Türkiye, son yıllarda uluslararası yatırımlar açısından son derece cazip bir ülke haline gelmiştir. Avrupa, Asya ve Orta Doğu’nun kesişim noktasındaki stratejik konumu, genç ve dinamik nüfusu, gelişmekte olan sanayi altyapısı ve maliyet avantajlı üretim koşulları ile yatırımcılar için önemli fırsatlar sunmaktadır.Türkiye pazarına hukuka uygun ve etkin bir şekilde giriş yapmak isteyen yatırımcılar için, sürecin erken aşamalarında hukuki danışmanlık alınması kritik öneme sahiptir. Bu yalnızca uygun şirket türünün seçimiyle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda vergi planlaması, iş hukuku yükümlülükleri ve uygulamaya dönük pratik gereklilikler açısından da geçerlidir.

Kuruluş işlemlerinin Türkiye’de yerinde yapılması planlandığında ise, yerel düzeyde güvenilir bir çözüm ortağı ile çalışmak kaçınılmaz hale gelir.

Vural & Demir Law and Consulting, uluslararası müvekkillere Türkiye’de şirket kuruluşu ve pazara giriş süreçlerinin her aşamasında hukuki hassasiyet, kültürlerarası anlayış ve hem Türkiye hem Avrupa’daki operasyonel mevcudiyet ile eşlik etmektedir.

                                                                           I.          Türk Anonim Şirketi – A.Ş.

Anonim şirket (A.Ş.), Türk Ticaret Kanunu kapsamında düzenlenmiş sermaye şirketlerinden biridir ve özellikle yüksek sermaye gerektiren, çok ortaklı ya da kurumsal yatırımcı katılımına açık yapılarda tercih edilen bir tüzel kişilik formudur. Finans, enerji, ulaştırma ve sanayi gibi düzenlemeye tabi ve ölçekli sektörlerde faaliyet göstermek isteyen yerli ve yabancı yatırımcılar açısından en uygun şirket türlerinden biridir.

A.Ş. tercihinin temel gerekçelerinden biri yapısal esnekliğidir: Şirket, tek bir gerçek veya tüzel kişi tarafından kurulabilir ve ortak sayısına ilişkin herhangi bir üst sınır öngörülmemiştir. Bu durum, kurumsal yatırımcıların dâhil edilmesini kolaylaştırmakta ve ortaklık yapısının ileride genişletilmesine olanak tanımaktadır.

A.Ş. yapısı belirli sermaye eşik değerlerine tabidir. Bu eşikler, seçilen sermaye sistemine göre değişmektedir:

·       Kayıtlı sermaye sistemi olmayan şirketlerde asgari sermaye tutarı 250.000 TL’dir.

·       Kayıtlı sermaye sistemine tabi şirketlerde (sermaye artırımının yönetim kurulu kararıyla daha esnek şekilde yapılmasına imkân tanır) bu eşik 500.000 TL’dir.

·       Her iki sistemde de taahhüt edilen sermayenin en az %25’i şirketin tescilinden önce ödenmelidir. Kalan tutar iki yıl içinde tamamlanmalıdır.

A.Ş.’nin iç organizasyonu kanunen oldukça şekli kurallara tabidir. Şirketin temsil ve stratejik yönetiminden sorumlu olan temel organ “Yönetim Kurulu”dur. Yönetim kurulu bir veya birden fazla kişiden oluşabilir; bu kişilerin pay sahibi olması şart değildir. Tüzel kişiler de yönetim kurulu üyesi olabilir, ancak bu durumda ticaret siciline tescil edilmek üzere bir gerçek kişiyi temsilci olarak belirlemeleri gerekir.

Günlük işleyişin yönetimi için yönetim kurulu dışındaki kişilere – örneğin genel müdürlere veya yöneticilere – yetki devri mümkündür. Bu kişilerin üçüncü kişilere karşı doğrudan sorumluluğu bulunmamakta olup, sadece şirket nezdinde sorumluluk taşımaktadırlar.

Özellikle dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de sorumluluk rejimidir: A.Ş. ortakları, şirketin kamu borçlarından şahsen sorumlu değildir – bu, Limited Şirket düzenlemelerinden farklılık gösterir. Kamu borçlarına ilişkin sorumluluk, özellikle vergi yükümlülüklerinin yerine getirilmemesi gibi durumlarda, doğrudan yönetim kuruluna aittir.

A.Ş. ana sözleşmesinde, şirketin ticaret unvanı, merkez adresi, sermaye yapısı, faaliyet konusu, yönetim kurulunun oluşumu ve kâr dağıtım esasları gibi temel unsurlar düzenlenir. Gerektiği hâllerde, denetçi atanmasına ilişkin hükümler de yer almalıdır. Küçük ölçekli A.Ş.’ler için zorunlu olmayan denetim yükümlülüğü, belirli büyüklük kriterlerinin (örneğin bilanço toplamı, yıllık ciro veya çalışan sayısı) aşılması hâlinde zorunlu hâle gelir. Bu durumda atanacak denetçinin, şirketle herhangi bir hukuki veya ekonomik bağının bulunmaması gerekmektedir.

Sermaye devri bakımından A.Ş.’ler, Ltd. Şti.’lere kıyasla daha fazla esneklik sunar: Paylar, noter onayı veya ticaret siciline tescil gerekmeksizin devredilebilir.

Belirli özel amaçlı A.Ş. türleri – özellikle holding şirketleri – Ticaret Bakanlığı’nın ön iznine tabidir. Bu gibi hâllerde, başka şirketlerdeki payların ayni sermaye olarak konulması da mümkündür.

Şirketin sona ermesi; genel kurul kararı, mahkeme kararı ya da iflas yolu ile gerçekleşebilir. Limited Şirket’ten farklı olarak, A.Ş.’lerin varlığına ilişkin yasal bir süre sınırı yoktur. Azınlık pay sahiplerine tanınan haklar daha geniştir: Belirli şartların oluşması hâlinde, şirket kayıtlarına erişim talep edebilir ya da ciddi ihlaller durumunda şirketin feshi için dava açabilirler.

                                                                  II.          Türk Limited Şirketi – Ltd. Şti.

Pek çok yabancı yatırımcı açısından, Türkiye’de sınırlı sorumluluk esasına dayalı bir ticari varlık kurmak için tercih edilen şirket türü Limited Şirket’tir (Ltd. Şti.). Bu şirket yapısı, hem tek kişi tarafından kurulan işletmeler hem de mülkiyet yapısı net biçimde tanımlanmış küçük ve orta ölçekli şirket grupları için esnek ve yalın bir hukuki çerçeve sunar. Mevcut Türk mevzuatına göre bir Limited Şirket, tek bir gerçek veya tüzel kişi tarafından kurulabilir; ortak sayısı ise 50’yi aşamaz. Türkiye’de ikamet etsin ya da etmesin, hem gerçek hem de tüzel kişiler ortak olarak şirkete katılabilirler.

 Asgari sermaye tutarı 50.000 Türk Lirası olarak belirlenmiştir. Bu sermayenin tamamının kuruluş anında ödenmesi zorunlu olmayıp, ortak tarafından taahhüt edilmek kaydıyla iki yıl içinde aşamalı olarak şirkete yatırılabilir. Sermaye artışı belirli koşullar altında mümkündür; ancak bunun için öncelikle taahhüt edilen başlangıç sermayesinin tamamen ödenmiş olması gereklidir.

Şirket ana sözleşmesinde, şirketin amacı, merkez adresi, faaliyet süresi, sermaye yapısı, yönetim ve temsil kuralları gibi unsurlar açıkça belirlenmelidir. Uygulamada çoğu şirket standart bir ana sözleşme metni kullanmakla birlikte, bu metin kurucuların ihtiyaçlarına göre uyarlanabilir. Ana sözleşme değişiklikleri, genellikle sermayenin üçte ikisini temsil eden nitelikli çoğunluk ile mümkündür.

Şirkette en az bir müdür atanması zorunludur. Uygulamada, ortaklardan en az birine tam yetkili müdür sıfatı verilmesi yaygındır. Tüzel kişiler de müdür sıfatıyla görev alabilir; ancak bu durumda, ticaret siciline tescil edilmek üzere bir gerçek kişiyi temsilci olarak belirlemeleri gerekir. Müdürlerin Türk vatandaşı olması veya Türkiye’de ikamet etmesi yönünde herhangi bir yasal zorunluluk bulunmamaktadır.

Şirket içi karar alma süreçleri, belirli şekil şartlarına tabidir: Ortaklar kurulu kararlarının noter onaylı olması gerekir. Genellikle, imzaların daha önce noterde tescil edilmiş imza sirküleri ile uyumlu olması yeterli kabul edilir. Şirketin ticaret siciline kaydı ise merkezi elektronik sistem olan MERSİS üzerinden gerçekleştirilir. Ortaklık paylarının devri, kural olarak genel kurulun onayına bağlıdır ve noter tasdiki gerektirir. Üçüncü kişilere karşı hüküm ifade etmesi, ancak pay devrinin ticaret siciline tescil edilmesiyle mümkündür. 

Düzenlemeye tabi her faaliyet, Limited Şirket şeklinde yürütülemez. Örneğin; banka, finansal kiralama (leasing) şirketi ve bazı mali hizmet sağlayıcılarının A.Ş. (Anonim Şirket) yapısı ile kurulmaları zorunludur. Ancak, sigorta şirketleri için daha önce zorunlu olan A.Ş. şartı, mevzuat değişikliğiyle kaldırılmıştır. Ciro, aktif büyüklüğü veya çalışan sayısı gibi belirli eşikleri aşan şirketler için bağımsız dış denetim yükümlülüğü doğar. Bu yükümlülük, küçük ve orta ölçekli işletmeler için genellikle geçerli değildir.

Limited Şirket, belirli bir süre için veya süresiz olarak kurulabilir. Şirketin sona ermesi, mahkeme kararı, iflas veya ortaklar tarafından alınan tasfiye kararı ile gerçekleşebilir. Tasfiye sürecinde, şirket müdürleri kural olarak tasfiye memurları olarak görev yaparlar; aksi ana sözleşmede düzenlenebilir.

                                                 III.          Türk Ticaret Hukukunda Şahıs Şirketleri

Her ne kadar Türk hukuku çeşitli türde şahıs şirketlerini tanımakta olsa da, bu şirket türleri yabancı yatırımcılar açısından uygulamada sınırlı öneme sahiptir. Bunun temel nedeni, tüm ortakların geçerli bir Türkiye ikamet iznine sahip olma zorunluluğudur. Bu durum, şahıs şirketlerinin esnek bir biçimde kullanılmasını önemli ölçüde kısıtlamaktadır.Kollektif şirket, tüm ortakların şirket borçlarından dolayı şahsen ve sınırsız sorumluluğa sahip olması nedeniyle, yalnızca yabancı yatırımcılar açısından değil, çoğu yerli girişimci bakımından da cazip olmayan bir yapıdır.

Komandit şirket ise Türk hukukunda mevcut olan bir diğer şahıs şirketi türüdür. Ancak burada dikkat çekici bir kısıtlama söz konusudur: şahsen sorumlu (komandite) ortak yalnızca gerçek kişi olabilir; tüzel kişilerin komandite ortak sıfatıyla şirkete katılması mümkün değildir. Bu nedenle, komandite ortağın bir sermaye şirketi olduğu hibrit modeller – örneğin Almanya'daki GmbH & Co. KG yapısı – Türk hukuk sisteminde karşılık bulmamaktadır.

Şirketler hukuku bakımından hem şahıs hem de sermaye şirketi unsurlarını bünyesinde barındıran ve uygulamada nadiren rastlanan özel bir tür ise sermayesi paylara bölünmüş komandit şirkettir. Her ne kadar bu yapı teorik olarak Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiş olsa da, iş hayatında sınırlı bir uygulama alanına sahiptir.

                                                        IV.          Tasfiye, İflas ve Sona Erme Süreçleri

1.     İflas ve Mahkeme Kararıyla Fesih

Ticari uygulamada bir şirketin iradesi dışında sona ermesinin en yaygın nedeni ödeme aczine düşmesidir. İflas sürecinin, gerek alacaklıların gerekse şirketin kendisinin talebiyle başlatılması halinde, kanunda öngörülen usuller doğrultusunda mahkeme denetiminde bir tasfiye süreci işlemeye başlar. 

Bazı durumlarda, mevcut şirket yönetimi sınırlı yetkilerle görevine devam edebilir; bu, çoğunlukla yeniden yapılandırma amacıyla mahkemece geçici hacizden korunma kararı verilmesi hâlinde mümkündür. Aksi hâlde, şirketin tüm iş ve işlemleri mahkemece atanan bir iflas idaresi tarafından yürütülür.

Resmî iflas sürecinden bağımsız olarak da mahkeme, şirketin feshi yönünde karar verebilir – örneğin nitelikli azınlık pay sahiplerinin başvurusu üzerine veya esas sözleşmeye aykırılık teşkil eden ağır ihlaller söz konusuysa. Bu yol özellikle ciddi ortaklık ihtilafları ya da şirketin fiilen işleyemez hâle geldiği durumlarda önem arz eder.

2.     Ortaklar Kurulu Kararıyla İhtiyari Sona Erme

Şirketin mali durumu ne olursa olsun, pay sahipleri şirketin tasfiyesi yönünde ihtiyari bir karar alabilirler. Bu karar için genellikle oybirliği ya da esas sözleşmede öngörülen nitelikli çoğunluk aranır.

Tasfiye süreci kapsamında bir veya birden fazla tasfiye memuru atanır. Bunların temel görevleri; mevcut sözleşmeleri sona erdirmek, alacakları tahsil etmek, borçları ödemek ve varsa kalan mal varlığını ortaklara dağıtmaktır.

Tüm yasal yükümlülükler yerine getirilip muhtemel alacak talepleri karşılandıktan sonra, şirketin ticaret sicilinden silinmesi için başvuru yapılabilir. Türk hukukunda tasfiye süresi için asgari altı aylık bir dönem öngörülmüştür; bu süre zarfı, özellikle alacaklılara yapılacak bildirimlerin tamamlanabilmesi açısından önemlidir.

3.     Ortakların Şirketten Ayrılması

Bir veya birden fazla ortağın şirketten ayrılması, şirketin otomatik olarak sona ermesine yol açmaz. Aksine, Türk hukukunda bu tür çıkışlara sıkı şartlar getirilmiştir. Tek taraflı ayrılma, ancak istisnai hâllerde – örneğin ortaklık ilişkisinin ciddi biçimde bozulması ya da esaslı yükümlülüklerin ihlali – mümkündür.

Yasal çıkış hakkına dair açık bir düzenleme bulunmadığı takdirde, ortak genellikle mahkemeye başvurarak ayrılma talebinde bulunmak zorundadır. Bu tür uzun süreli hukukî uyuşmazlıklardan kaçınmak adına, şirket esas sözleşmesinde ortakların ayrılma süreçlerine ilişkin açık hükümler yer almalıdır. Bu hükümler; pay değerlemesi yöntemleri, tazminat usulleri ve geçiş düzenlemelerini içerecek şekilde yapılandırılmalıdır. 

    V.          Türkiye’de Şirket Kuruluşuna İlişkin Usuli Aşamalar ve Mali Hususlar

Türkiye’de bir sermaye şirketi kurma kararı, yalnızca uygun şirket türünün hukuki analizini değil, aynı zamanda kuruluş sürecine ilişkin usuli gerekliliklerin ve finansal yükümlülüklerin açıkça anlaşılmasını da gerektirir. Özellikle yabancı yatırımcılar açısından, temsil yetkisi, yabancı belgelerin tanınması ve öngörülen maliyet çerçevesi gibi konularda sıklıkla uygulama sorunları doğabilmektedir.

1.     Hukuki Çerçeve ve Şekli Gereklilikler

Türkiye’de sermaye şirketlerinin kuruluşu yalnızca Merkezi Sicil Kayıt Sistemi (MERSİS) üzerinden yapılmaktadır. Bu sistem, tüm tescil işlemlerini elektronik ortamda yönetmekte olup; esas sözleşmeler ve diğer gerekli belgeler çevrimiçi olarak hazırlanarak ilgili ticaret sicili müdürlüğüne sunulmaktadır.

Yabancı gerçek veya tüzel kişi kurucular, bu süreçte yetkili bir üçüncü kişi tarafından temsil edilebilirler. Bu kapsamda, noter huzurunda imzalanmış bir imza sirküsünün ibrazı zorunludur. Bu işlem Türkiye’deki bir ticaret sicili memuru nezdinde yapılabileceği gibi, yurtdışındaki bir Türk konsolosluğu veya yerel noter nezdinde de gerçekleştirilebilir. Ancak yurtdışında düzenlenen belgelerin Türkiye’de geçerli olabilmesi için apostil şerhi taşıması zorunludur.

Belgelerin eksiksiz ve usulüne uygun şekilde hazırlanmış olması hâlinde, kuruluş işlemi genellikle hızlı bir şekilde tamamlanabilmektedir. Bununla birlikte, ilk tescil sırasında vergi daireleri tarafından işyeri adresi fiilen denetlenmektedir. Bu nedenle, kullanılabilir durumda bir işyeri adresinin önceden belirlenmiş olması gerekmektedir.

2.     Uygulamada Zaman Çizelgesi

Kuruluş süreci, gerekli hazırlıkların önceden tamamlanmış olması hâlinde, uygulamada genellikle iki ila üç haftayı geçmemektedir. Sürecin uzamasına yol açabilecek başlıca nedenler şunlardır:

·       Eksik veya hatalı tercüme edilmiş vekâletnameler,

·       Yabancı belgelerde apostil eksikliği veya geçersizliği,

·       Ortak veya müdürlere ait Türkiye vergi kimlik numarasının bulunmaması,

·       Banka hesabı açılışı veya şirket adresinin doğrulanması gibi operasyonel zorluklar.

Bu tür olası gecikmeler, sürecin başında yapılacak dikkatli bir planlama ve hukuki eşgüdüm ile büyük ölçüde önlenebilir.

3.     Tipik Maliyet Kalemleri ve Ücretler

Bir şirketin kuruluşuna ilişkin maliyetler; girişimin kapsamı, yapısal karmaşıklığı ve tercih edilen hizmet türüne göre değişiklik göstermektedir. Başlıca maliyet kalemleri şunlardır:

·       Ticaret siciline tescil harçları ve zorunlu ilan giderleri,

·       Yabancı belgelerin tercüme ve tasdik ücretleri,

·       Hukuki ve idari danışmanlık hizmetlerine ilişkin ücretler (genellikle sermaye tutarı veya hizmet kapsamına göre belirlenir),

·       Talep hâlinde yerel müdür, temsilci veya sanal ofis teminine ilişkin giderler.

Genel anlamda, tüm şekli yükümlülükler ve hizmet talepleri göz önünde bulundurulduğunda, orta ila yüksek düzeyde dört haneli bir Euro maliyeti öngörülmelidir. Özel esas sözleşme düzenlemeleri, holding yapıları veya ayni sermaye konulması gibi unsurlar, maliyeti artırıcı etki yapabilir.

Önemli bir husus ise, kuruluş aşamasında yapılan harcamaların çoğunlukla şirketin faaliyete geçmesinden sonra kendisi tarafından üstlenilebilmesidir. Bu kapsamda, giderlerin belgelendirilmiş ve şirket menfaatine yapılmış olması gerekir.

4.     Sonuç: Stratejik Planlama Esastır

Her ne kadar Türkiye’de şirket kuruluşuna ilişkin usuli düzenlemeler uluslararası karşılaştırmalarda pratik ve ulaşılabilir kabul edilse de, yabancı unsurların sürece dâhil olması durumunda dikkatli bir hazırlık süreci şarttır. Dil farklılıkları, noter işlemleri ve vergi idaresine ilişkin formaliteler, yapılandırılmış bir hukuki destek ile yönetilmediği takdirde gecikmelere, ek maliyetlere veya şekli hatalara yol açabilir.

                                    VI.          Vergi Kaydı ve Süreklilik Arz Eden Yükümlülükler

Seçilen tüzel yapıdan bağımsız olarak, Türkiye’de kurulan tüm şirketlerin kuruluşun ardından ilgili vergi idaresine kayıt yaptırmaları zorunludur. Bu süreç, şirket merkezinin bulunduğu yerde yetkili vergi dairesi nezdinde yürütülür ve bir vergi kimlik numarası tahsisini, kurum adına bir vergi hesabı oluşturulmasını ve Türkiye’de vergiye tabi ciro elde edilmesi hâlinde Katma Değer Vergisi’ne (KDV) kayıt yaptırılmasını içerir.

Vergi kaydı tamamlandıktan sonra şirket – ister bağımsız bir iştirak ister bir şube şeklinde örgütlenmiş olsun – belirli süreklilik arz eden yükümlülüklere tabi hale gelir. Bu yükümlülükler arasında düzenli olarak Katma Değer Vergisi (KDV), kurumlar vergisi ve stopaj beyannamelerinin sunulması; Türk Ticaret Kanunu kapsamında tutulması zorunlu ticari defterlerin usulüne uygun biçimde kayıt altına alınması; elektronik fatura (e-fatura) düzenleme yükümlülüğü ve mevzuatta öngörülen raporlama ve beyan sürelerine riayet edilmesi yer almaktadır. Bu yükümlülüklerin gereği gibi yerine getirilmemesi hâlinde idari para cezaları uygulanabileceği gibi, ağır ihlaller söz konusu olduğunda vergi ceza hukuku kapsamında yaptırımlar da gündeme gelebilir.

Bu nedenle, tüm vergisel yükümlülüklerin eksiksiz ve zamanında yerine getirilmesini teminen, şirketin kuruluş aşamasında bir yeminli mali müşavir (mali müşavir) ile çalışılması kuvvetle tavsiye edilir. Bu yaklaşım, olası usuli hataların, gecikmelerin ve idari risklerin önüne geçilmesini sağlar.

                                                                     VII.          Türkiye’de İrtibat Bürosu

Türkiye pazarını doğrudan ticari faaliyette bulunmaksızın tanımak isteyen yabancı şirketler için irtibat bürosu, düzenlenmiş ve sınırlı işlevlere sahip bir yerel varlık türü sunar. Bu yapı kapsamında yalnızca ağ kurma, piyasa araştırması ve yerel gözlem faaliyetlerine izin verilir; gelir elde edilmesi, teklif verilmesi ya da sözleşme akdedilmesi kesinlikle yasaktır.  Böyle bir ofisin kurulabilmesi için önceden Ticaret Bakanlığı’ndan izin alınması gereklidir. Bu izin genellikle belirli bir süre için verilir ve uzatılabilir niteliktedir. Her türlü kâr amacı güden faaliyet ve ticari angajman açıkça yasaklanmıştır. Yetkisi sınırlı olmakla birlikte, irtibat bürosu somut hukuki yükümlülüklere tabidir. Büro, Türk iş hukuku hükümlerine uymakla yükümlüdür; çalışanların sosyal güvenlik sistemine usulüne uygun şekilde kaydedilmesi zorunludur ve düzenli olarak ilgili mercilere faaliyet raporu sunulması gerekir.

İrtibat bürosu kendisine tanınan sınırların ötesine geçerse – örneğin satış faaliyeti yürütürse, müşterilerle doğrudan ilişkiye girerse veya sözleşme icrası gerçekleştirirse – geriye dönük olarak vergi hukuku bakımından "işyeri" (daimi kuruluş) statüsünde değerlendirilme riski doğar. Bu durum önemli mali yükümlülükleri beraberinde getirebilir.

Stratejik açıdan değerlendirildiğinde, irtibat bürosu düşük riskli bir pazar giriş modeli sunabilir; ancak uzun vadeli ve faal bir operasyonel yapı olarak değerlendirilmemelidir.

                                                                 VIII.          Türkiye’de Şube Kuruluşu

1.     Şube Kuruluşu Ne Zaman Uygundur?

Bir yabancı ana şirketin Türkiye’de geçici veya sınırlı kapsamda faaliyette bulunmak istemesi halinde, tam teşekküllü bir yerel şirket kurmaksızın şube açılması uygun bir çözüm olabilir. Uygulamada yaygın karşılaşılan kullanım alanları şunlardır:

·       Altyapı veya sanayi projelerinde teknik destek hizmetleri,

·       Satış destek faaliyetleri ve depo yönetimi,

·       Satış sonrası hizmet birimleri ve garanti kapsamında yürütülen işlemler.

Bu tür durumlarda şube, bir sermaye şirketi kurmanın getirdiği tüm kurulum ve uyum yükümlülükleri olmaksızın, Türkiye’de fiili bir varlık oluşturma olanağı sağlar.

2.     Sıklıkla Gözden Kaçan Husus: Ana Şirketle Doğrudan Hukuki Bağlantı

Türk hukukuna göre şubelerin ayrı bir tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Bu durum bazı önemli hukuki sonuçlar doğurur:

·       Şube tarafından akdedilen sözleşmeler doğrudan yabancı ana şirketi bağlar,

·       Sözleşmeden, vergiden veya iş hukukundan doğabilecek tüm yükümlülüklerden ana şirket sorumludur,

·       Şube aleyhine açılan davalar, doğrudan yabancı şirket aleyhine açılmış sayılır.

Bu nedenle, şubenin yurt dışından yönetildiği durumlarda ve yerel mevzuata – özellikle iş ve sosyal güvenlik hukukuna – uyumun sağlanmadığı hallerde, ana şirket açısından ciddi sorumluluk riski doğar.

3.     İş Hukuku Bakımından Şubenin Değerlendirilmesi

Şubenin tüzel kişiliği bulunmamakla birlikte, Türk iş hukuku bakımından yerel bir işveren gibi değerlendirilir. Bu kapsamda:

·       Şubede çalışan tüm personele – ister Türkiye’de istihdam edilmiş olsun, ister yurt dışından görevlendirilmiş olsun – Türk İş Kanunu tam olarak uygulanır,

·       Tüm iş sözleşmeleri yazılı olmalı ve Türkçe düzenlenmelidir; insan kaynaklarına ilişkin işlemler de Türk mevzuatına uygun biçimde yürütülmelidir,

·       Çalışanların sosyal güvenlik sistemine kaydının yapılması zorunludur. Yalnızca geçici görevlendirmelerde, usulüne uygun muafiyet belgeleri sunulmak suretiyle istisna sağlanabilir,

·       Fesih koruması veya toplu iş hukuku kapsamındaki eşik değerlere ulaşımda yalnızca şube çalışanları değil, ana şirketin dünya genelindeki toplam çalışan sayısı dikkate alınabilir.

Sonuç olarak, şube Türkiye’de bordro, sosyal güvenlik ve iş hukuku yükümlülüklerine tabidir. Bu yükümlülüklerin tamamından doğrudan ana şirket sorumlu tutulur.

                             IX.          Vural & Demir Law and Consulting Sizin İçin Ne Yapar

İstanbul merkezli ve uluslararası odaklı bir hukuk bürosu olarak Vural & Demir Law and Consulting, Türkiye’de şirket kurmak ve ticari faaliyette bulunmak isteyen yabancı şirketlere, yatırımcılara ve girişimcilere, tüm hukuki ve idari süreçlerde kapsamlı danışmanlık hizmeti sunmaktadır. Hizmetlerimiz yalnızca uygun bir şirket türünün seçimiyle sınırlı kalmaz; vergi, iş hukuku ve düzenleyici uyum da dâhil olmak üzere, şirketleşmenin her aşamasında uçtan uca hukuki destek sağlarız.

Müvekkillerimizin Türk mevzuatına tam uyumlu ve hukuken güvenli bir şekilde faaliyet göstermesini temin ederiz – bu, kuruluş anındaki ticaret sicili kaydından, devam eden bildirim ve beyan yükümlülüklerine kadar tüm süreci kapsar. Başlıca uzmanlık alanlarımız şunlardır:

·       Sermaye şirketlerinin, şubelerin ve irtibat bürolarının kuruluşu,

·       Ana sözleşme ve hissedar sözleşmelerinin hazırlanması ve ihtiyaca göre uyarlanması,

·       Lisanslı mali müşavirlerle iş birliği içinde vergi yapısının oluşturulması,

·       Banka hesabı açılışı, sermaye ispatı ve noter işlemlerinde hukuki destek,

·       Türk iş hukuku kapsamında danışmanlık – hem yerel hem de görevlendirilmiş personelin istihdamı dâhil,

·       Yeniden yapılanma süreçleri ve pazara uyum stratejilerinde hukuki yol haritası sunulması.

Türkçe, Almanca ve İngilizce dillerindeki çok dilli iletişim yetkinliğimiz ve sahip olduğumuz kültürlerarası deneyim sayesinde, sınır ötesi hukuki işlemleri yüksek doğruluk ve verimlilikle yürütebilmekteyiz – özellikle Türkiye pazarında faaliyet kurmak veya genişletmek isteyen yabancı şirketler açısından bu, önemli bir avantajdır.

 

 

 

VURAL & DEMİR

HEMEN İLETİŞİME GEÇİN

Avukatlık Hizmetine mi İhtiyacınız var ?